Ateş, yazısında şunları dile getirdi: 

TV5’de bütçe görüşmeleri yayımlanıyor..

Genel Başkan Yardımcımız Hasan Bitmez kürsüde..

Manifesto niteliğinde bir konuşma, hani derler ya ‘efradını cami ağyarını mani’ aynen öyle..

Konuşmanın tamamı bitmiş, söylenmesi gerekenler söylenmiş, selamlama faslına gelinmişti ama ses birden düştü, hareketler yavaşladı..

Ortalık birden karıştı..

Önce Hasan abinin üzerine yürüdüler dedi, Mustafa Deniz…Sonra bayıldığı söylendi..Kalp krizi eklendi…

Çıkıyorum dedim, çıktım..

Mehmet Ali Kayacı’nın; “Allah’a emanet ol, dikkatli git abi” sesi arkamdan yetişti..

Hasan abiye mesaj attım önce;

“-Abi geçmiş olsun. Umarım önemli bir şey yoktur..”

Mesaj okunmamıştı.. Cevap da gelmedi… 

Yolda Mesud Dağ aradı;

- Abi nerdesin?

- "Yola çıktım gidiyorum" dedim.

- "Abi Hasan abinin babası Salih amcanın yanına gidersen iyi olur, haberi öğrendiğinde yanında olmanda fayda var gerekirse onlarla Ankara’ya geçersin" dedi. 
Hasan abinin ablası Emine Hanım’ı aradım. Selam verdim, kendimi tanıttım. Bilgilerinin olduğunu söyledi. Konum istedim. Pendik’e doğru döndüm..

Arada gelen telefonlar, ağlayanlar, bilgi soranlar…

Mesud Dağ, “Salih amcayı, ablasını da al Ankara’ya öyle gel abi” dedi.

Durum ciddileşmişti..

Pendik’e vardım. Salih amcalar bekliyorlardı. İndim elini öptüm, kucakladım..

- "Nasılsın Salih amca, iyi gördüm seni elhamdülillah" dedim.

- "Çok şükür sen nasılsın, hoş geldin" dedi.

- "Ankara’ya birlikte gidiyoruz inşallah" dedim.

- "İnşallah", dedi arabaya bindi, kemerini bağladım. Emine Hanım da arabaya bindi. İlçe Başkanımız Yasin Bey ve yolcu edenlerle vedalaştık Ankara’ya doğru hareket ettik.

Hayatımın en zor yolculuğunu yapıyordum. Arada gelen telefonlar ve verilen bilgiler hayati tehlikenin devam ettiği yönündeydi. Salih amcanın ve Emine ablanın telefonları hiç susmuyordu.

Yüküm ağırdı..

Sürekli gelip gittiğim Ankara’nın yolları bitmek bilmiyordu.

Bekleniyorduk, gelen telefonlardan anlıyordum.

- Nerdesiniz abi!

- Sakarya’ya yaklaştık.

Salih amca da kendisine gelen telefonlara bakıyor, şifa dileklerine ve niyazlara âmin diyor, “Bakan’ın yaptığı açıklamayı biliyoruz biz de. Anjiyo olduğunu söyledi sonra odaya almışlar” başka da bilgimiz yok diyor, selamlaşıp kapatıyordu. Durumun kritik olduğunu, hayati tehlikesinin devam ettiğini söyleyemezdim. Söylemedim de..

Emine abla da sürekli aranıyor, aynı şekilde rahatsızlandığını ve tedavi altına alındığını söylüyordu.

- Nerdesin abi!

- Bolu’ya yaklaştık..

Kısa süre önce evladı Mustafa’yı toprağa vermiş, hanımını kaybetmiş, damadı TEM otoyolunda geçirdiği trafik kazasında vefat etmiş Salih amcanın metaneti, sabrı ve sebatı görülmeye değerdi.. Allah’ım o nasıl tevekkül, nasıl bir inanç. Telefonlar sürekli çalıyor sürekli bilgi veriyor ve dua ediyordu. İnşallah Salih amca inşallah diyordum ben de ama gözyaşlarımı kontrol edemiyordum. Durumun ciddiyetini koruduğunu söylüyordu Ömer Şimşek ama hıçkırıklarını tutamıyordu, “İnşallah iyi haberler alacağız Arslan hocam, hayırlısıyla gelin bekliyoruz” diyordu. Merhamet yüklü kardeşim benim. Ömer hep öyle ilgili, duygusal, kadirşinas bir arkadaşımdı.

- Nerdesin abi!

- Bolu’yu geçtik geliyoruz inşallah..

Bu ‘nerdesiniz abi’ endişelerimi artırırken tek sığınağımızın Rabbimiz olduğunu ve O’nun her şeye gücünün yettiğini ve bir şeyin olmasını istedi mi ‘ol der oluverir’ ayetlerini yüksek sesle söylüyor Salih amcanın da duymasını istiyordum. Belki ona çok şeyi söyleyemezdim ama hissettirebilirim diye düşünüyordum. O da inşallah evlat inşallah diyordu.

“- Salih amca, Emine abla Yasin okuyayım mı Hasan abinin şifa bulması için inşallah.”

Salih amca, “-iyi olur oğlum tabi ki buyur..”

Okudum…

Okuduğum Yasin-i Şerif’i Hasan abinin ruhuna bağışladığımızı nereden bilebilirdim..

Duasını yaptım..

Âminler eşliğinde...

- Nerdesiniz abi!

- Kızılcahamam’ı geçtim geliyoruz..

Sanki iki gündür yoldaydım. Yanımda seksen yaşında, hayatın tüm acılarını yaşamış bir baba, arkada eşini erken yaşta trafik kazasında kaybetmiş bir kadın ve çaresiz ben..

Rabbim hayırlı haberle karşılaştır..

Taşıyamayacağımız yükü omuzlarımıza yükleme duaları dilimizde…

Araçta taşıdığım misafirlerimle birlikte; tevekkül, sabır, sebat, metanet, insanı ve eşyayı doğru okuyan, hayatın faniliğini ve içinde ölümün olmadığı ebedi yurtta sevdikleriyle buluşacağına inanan bir çift yürek de taşıyordum. En sevdiklerini arka arkaya toprağa vermenin hüznü yüz hatlarından okunuyordu Salih amcanın ama mütebessim çehresi en güçlü mesajı veriyordu; buraya ait değilsin insanoğlu…

Anam geldi aklıma. On sene önce ellerimle toprağa bıraktığım anam. Rahmet dileyerek tüm ölmüşlerimize devam etti yolculuğumuz..

Hayat da öyle değil miydi. Doğumla başlayan yolculuk vefat ile bitmez miydi..

- "Nerdesin abi?"

- "Ankara gişelerdeyim…"

- "Doğrudan konuma gelin abi.."

- "Tamam geliyoruz.."

Salih amca mola verelim dedi. Durdum. O esnada Ömer Şimşek’i aradım;

- Durum nasıl?

- "Aynı Arslan hocam kritik."      

Arabaya bindim; Emine ablaya; “-Salih amca yokken söylemek zorundayım abla; ‘Hasan abinin durumu iyi değil’” dedim başka bir şey diyemedim.

- "Babama söylemeyelim Arslan Bey" dedi

- "Tamam abla" dedim.

- "Nerdesin abi?"

- "Hastaneye giriyoruz"..

Girdik, karşıladılar… Yoğun bir kalabalık Şehir Hastanesi’ne akmıştı. Tüm ulusal basın da. Herkes bir haber bekliyordu. Salih amcayı misafirlerin olduğu bölüme aldık. Geçmiş olsun dilekleri iletiliyor. Salih amcanın tebessüm eden çehresinde bir endişe, bir kaygı, bir korku görebilene aşk olsun.

Tam bir metanet, tam bir teslimiyet..

Doktorlar geldiler, bilgiler verildi..

Hasan abi yoğun bakımda..

Her küçük haber içimize doğan bir umut oldu..

İlk 24 sonra 48 saat çok önemli deniyordu. İlk gün bitti..

Umuda dair bilgiler bekliyorduk doktorlardan.. İlk gün söylenenler ikinci gün söylenmedi. Hastane köşelerinde ağlayanlar, içten içe dua edenler..

Tüm Türkiye hatta tüm dünya olan bitenden haberdardı..

Hasan abinin konuşması kimi çevrelerde alkışlanırken uluslararası vahşet grupları rahatsız olmuştu. MOSSAD ve İsrail Dışişleri’nin sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşım konuşmanın adresine ulaştığını gösteriyordu. “Kininizden geberin” demek geldi içimden. Yaptığınız işgalin ve zulmün hesabını bu dünyada mutlaka vereceksiniz. Ahirette zaten Allah hesap görücüdür..

Akşam olmuştu..

Durum stabil dendi. İstanbul’a dönmeyi düşünüyordum. Umudumuzu kaybetmek istemiyorduk. Rutine dönelim, Hasan abimiz de inşallah bize katılacak diye düşünmek istiyordum. Duamız da öyleydi.. Mehmet Karaman abi, “-Bence bu akşam da kal yarın gidersin, 48 saat dolsun” dedi. İçime bir ateş düştü. Canım yandı.

Hastane heyeti toplanmış; Genel Başkanımıza ve vekillerimize sağlık durumu ve karşılaşılabilecek muhtemel süreçlerle ile ilgili bilgi vermişlerdi. Bilgiler tıbbın yapabileceklerinin sınırlı olduğunu ama Allah’tan ümit kesilmemesi gerektiği şeklinde yorumlanmıştı. Eller duada idi. Arif Nihat Asya’nın dediği gibi her taraftan Fatiha’lar Yasin’ler geliyordu..

Üçüncü gün oldu. 48 saatin dolmasına sayılı dakikalar kalmıştı. Salih amca yorulmuş olabilir diye, “-Amca yukarı çıkarayım seni odana” dedim. “- Tamam” dedi itiraz etmedi. Koluna girdim odaya çıktık. Hasan abinin kayınbiraderi Fatih Eryiğit ile süreci değerlendirdik. Tedirgindik.. 

Aşağı indiğimizde bir hareketlilik oldu. Hayırdır, dedim. Sağlık Bakanı geldi dediler. Aileyle görüşecekmiş. Korktum. Ya Rabbi inşallah iyi haber verir dedim ama kaygılarım daha da arttı. Yukarı çıktık. Bakan ayrı bir odaya aileyi istedi. Aile ile birkaç kişi biz de içeri girdik. Sağlık Bakanı ceketi ilikli, elleri önde bağlı ve yüzünde hüzün vardı. Acele etmedi. Oldukça sakin ve bir haberi paylaşmak istemez bir duruşu vardı. Ama paylaştı. Bakan’ın dudaklarından; “-Allah rahmet eylesin. Hasan Bey vefat etti. Allah sizlere sabırlar versin” cümleleri döküldü.

Şairin, “Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün. Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lazım! Artık, ey yolcu bırak. Ben, yalnız ağlayayım” dediği yerdeydim.

Babanın ve eşin metanetli duruşu devam ediyordu. Ama kızı Meryem, diğer yakınları ve bizler o kadar metanetli değildik. Herkes ağlıyordu. Hasan abinin eşi Safiye Hanım Bakan’a ve başta başhekim olmak üzere tüm hastane personeline ellerinden geleni yaptıkları ve çok ilgilendikleri için teşekkür etti ve helallik istedi. Salih amcaya baktım omzundaki yükü ağırlaşmıştı ama tebessümü bırakmadı. Çevresine mesaj vermeye devam ediyor ve bize örnek oluyordu. Adeta ölümün bir ayrılık değil ahirette buluşmak için kısa bir ara olduğunu anlatmak istiyordu. Cümlelere döksen anlatamazsın Salih amcanın bakışıyla, duruşuyla anlatmak istediklerini. Böyle güzel bir adamın oğlu idi Hasan Bitmez abi.

Allah sana rahmet eylesin abi..

Ajandası olmayan bir adamdın ve kendi tabirinle “adam gibi adamdın”. Bu sözü Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu seni mikrofona davet ettiğinde Ali Soylu için söylemiştin. Ali Soylu için ne söylersiniz derseniz ben onun için; “Adam gibi adamdı derim” demiştin. Sen de öyleydin. Ve bize bir kez daha; hepimizin ölecek yaşta olduğumuzu susarak haykırdın.

İslam’ın kılıcı Halid b. Velid (R.A.) Amr’a; “-Ey Amr ben yatakta ölecek adam mıyım?” dediği gibi ayakta ruhunu teslim ettin Hasan abi. Mazlum coğrafyaya umut, müstekbirlere meydan okuyan yirmi dakikalık konuşmanı bitirdin ve fani olandan baki olana doğru yol aldın..

Ve selamlayarak veda ettin hepimize..

Arkasından bir dünya kelamı konuşmadan..

Söylenmesi gerekeni söyleyerek..

Ve aleykümselâm Hasan abi…

7 günde hem kaymakam hem kayyım oldu 7 günde hem kaymakam hem kayyım oldu