GÜNDEM

“Aksa Tufanı” siyonizm’in ihanet planlarını yeni ortadoğu projesini ifşa etme ve çökertme harekâtıdır

Prof. Dr. Burhanettin Can, "Aksa Tufanı” siyonizm’in ihanet planlarını yeni ortadoğu projesini ifşa etme ve çökertme harekâtıdır" başlıklı yazı kaleme aldı. Can, yazısında dikkat çeken noktalara vurgu yaptı.

Abone Ol

Prof. Dr. Burhanettin Can, Milli Gazete'ye “Aksa Tufanı” siyonizm’in ihanet planlarını yeni ortadoğu projesini ifşa etme ve çökertme harekâtıdır" başlıklı yazı kaleme aldı.

İşte Can'ın yazısının tamamı;

BM tarafından 1948 yılında kendi öz vatanlarında kurulması öngörülen Filistin devleti bugüne kadar kurdurulmamış ve her geçen gün kendi öz toprakları “kudurmuş köpek Siyonist İsrail” tarafından işgal edilmiştir ve de edilmektedir. İsrail, Kurbağa Haşlama Stratejisi ile Filistinlilere uyguladığı zulmü, dünya kamuoyundan gizlemiştir. Dünya kamuoyunun Filistinlilere uygulanan zulmü görmemesi, işitmemesi ve de konuşmaması için en pis psikolojik savaş teknikleri kullanılmakta ve dünya kamuoyu yanıltılmaktadır.

“Aksa Tufanı” HAMAS’ın savunma stratejisi içerisinde taktik bir saldırı olarak bu pis psikolojik savaşı çökertme ve dünya kamuoyunun dikkatini Filistin’de olanlara çekebilme amaçlıdır.

Aksa Tufanı Harekâtı olmasaydı Filistin halkının çektikleri, “kudurmuş köpek Siyonist İsrail”in yaptıkları hiç gündeme gelmeyecek; İslam dünyası, “Yüzyıl Anlaşması” ve “İbrahim Anlaşması” ile narkozlanarak uyutulurken; Filistin halkı “haşlanmış kurbağa” gibi ölüme terk edilecekti.

Aksa Tufanı Harekâtı, unutturulmak istenen bir davanın öne çekilmesi, dünyanın gündemine sokulması harekâtıdır.

Bu yazıda, “Yeni Ortadoğu Projesi” kapsamında katil Netanyahu’nun 22 Eylül 2023’te BM’de yaptığı konuşma, “Batı Şeria’yı İlhak Planı”, “İbrahim Anlaşması”, gerek İslam dünyasının ve gerekse dünyanın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğu olgusu ele alınıp değerlendirilecek, analiz edilecektir.

Netanyahu’nun 22 Eylül 2023’te BM’de yaptığı konuşma: “Yeni Ortadoğu”

22 Eylül 2023 tarihinde İsrail Başbakanı katil Netanyahu, 78. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda “Filistin’i yok sayan”, “Yeni Ortadoğu” merkezli bir konuşma yapmıştır.

Netanyahu, BM’de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır, Sudan ve Ürdün'ün yeşil renkte gösterildiği "Yeni Orta Doğu" başlıklı bir harita göstermiş ve İsrail'in öngördüğü “Yeni Ortadoğu Planı Haritasına” göre Ortadoğu’nun şekillendirileceğini ifade etmiştir, (Şekil 1). Netanyahu’nun Yeni Ortadoğu Haritasında Filistin diye bir devlet yoktur.

Netanyahu’nun BM'de yaptığı konuşma ana hatları ile aşağıdaki gibi özetlenebilir

·         ‘Hindistan'dan Avrupa'ya uzanacak ve İsrail’den geçmesi planlanan yeni ekonomik koridor oluşturulacak’,

·         “Riyad ile normalleşme anlaşması imzalayabileceğiz”. “…İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki barışın tarihi bir eşikte olduğuna inanıyorum.” . “İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki barış yeni bir Orta Doğu oluşturacak."

·         “İsrail'in 2020'de Arap ülkeleriyle imzaladığı anlaşmalarla normalleşme sürecine girilmiştir. İsrail'in daha fazla Arap ülkesiyle normalleşme anlaşması imzalaması sayesinde Filistinlilerle barış sağlanabilecektir.”

·         “Yeni bir barış çağının başlangıcını müjdeliyorum.” “…Filistinliler bu harekete karşı çıkmamaları gerekir”. “Böyle bir barış, Arap-İsrail çatışmalarının bitmesine katkı sağlayacaktır.” “Diğer Arap devletlerini de, İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye teşvik edecektir.”

·         “Filistin lideri Mahmud Abbas'ın dünkü BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, “Ortadoğu'da Filistin devleti olmadan barış olamayacağı” yönündeki ısrarlı ifadesini reddediyorum”.

·         “Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Yahudi soykırımını (Holokost) inkâr etmekte ve "antisemitik" söylemde bulunmaktadır”.

·         "Ben uzun zaman Filistinlilerle bir barış anlaşmasını arzu ettim. Filistinlilere, İsrail'in Arap ülkeleriyle yeni barış anlaşmalarına karşı veto hakkı verilmemeli. Filistinliler bu süreci veto etmeden barışın genişletilmesinden yararlanabilir."

·         "…Hiçbir şey aynı olmayacak"

·         “Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde Arap ülkeleriyle İsrail normalleşme anlaşmaları imzalamıştır.” “ABD Başkanı Joe Biden'ın liderliğinde de Suudi Arabistan ile normalleşme anlaşması imzalayabileceklerdir.”

·         “Uluslararası toplum, İran'ın saldırılarına karşı kayıtsız kalmıştır”. "…İran'ın nükleer emellerini sürdürmesine rağmen yaptırımlar gevşetilmiştir." "İran'ın nükleer emellerine karşı ikna edici bir tehdit sunulmalı. Ben İsrail başbakanı olduğum müddetçe, İran'ın nükleer silah elde etmemesi için elimden geleni yapacağım."

Sorulması gereken temel soru şudur: Netanyahu BM’de ‘Yeni Ortadoğu’ adlı bir konuşma cesaretini kimden nasıl almıştır?

      Yeni Ortadoğu kavramı, eski ABD Başkanı Trump tarafından Yüzyıl Anlaşması ile başlatılan ve İbrahim Anlaşması ile devam ettirilen süreçte sıkça kullanılan bir kavram olmuştur. 15 Eylül 2020 tarihinde İbrahim Anlaşmasının imzalanması töreninde ABD’de Beyaz Saray’da, kamuya açık yaptığı balkon konuşmasında ‘yeni bir Ortadoğu'nun şafağındayız’ ifadesini kullanarak Ortadoğu’ya yeni bir şekil verileceğine vurgu yapmıştır[1], [2], [3], [4]:

'Bölgedeki tüm ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihi adım'…

‘…On yıllardır devam eden bölünme ve çatışmanın ardından yeni bir Ortadoğu'nun şafağındayız. Bugün tarihin gidişatını değiştirmek için buradayız.’ ‘Yeni bir Ortadoğu kurulmaktadır.’ ‘…25 yıldır ilk kez böyle bir anlaşma yapılıyor.”

ABD eski Başkanı Trump’ın konuşmasına, ‘Yüzyıl Anlaşmasına’, ‘İbrahim Anlaşmasına’ ve ‘bazı Arap ülkeleri ile yaptığı girişimlere’ güvenerek Netanyahu, BM’de ‘Yeni Ortadoğu Projesi’ sunmuştur. Bu tutum densizliğin, kibrin, saldırganlığın zirveye tırmandığının, aynı zamanda yakın gelecekte yapacakları sessiz, pis operasyonların bir göstergesi idi.

Mevcut Ortadoğu’yu kast ederek "…Hiçbir şey aynı olmayacak" tarzındaki tehdidini göz önüne aldığımızda Suriye-Lübnan-Irak-Türkiye hattında bazı provokasyonların ve operasyonların yapılabileceğini, buna doğru bir gidiş olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye’nin SİHA’sının ABD tarafından düşürülmesi, Suriye’de bazı bölgelere yapılan saldırılar, Batı Şeria’da ‘yerleşimci’ adı altında yapılan pis işgaller, ‘Yeni Ortadoğu’ haritası çizme girişimlerinin birer parçası olarak değerlendirilmelidir. Özellikle bu son zamanlarda olanlar, ‘Büyük Ortadoğu’, ‘Büyük İsrail’, ‘Kaos’, ‘Şehir Devletleri’, ‘Tek Dünya Devleti’ ve ‘3.

Dünya Savaşı Projeleri’nin yürürlüğe sokulmaya çalışılmasının tezahürleri olarak da ayrıca analiz edilmelidir.

Netanyahu’nun hem “Filistin lideri Mahmud Abbas'ın “Ortadoğu'da Filistin devleti olmadan barış olamayacağı” yönündeki ısrarlı ifadesini reddediyorum” demiş olması hem de “Filistinlilere, İsrail'in Arap ülkeleriyle yeni barış anlaşmalarına karşı veto hakkı verilmemeli” demiş olmasının tek bir anlamı vardır. Bu yaklaşımı ile Netanyahu, hem Filistin devletini hem de Filistinlilerin varlığını inkâr etmektedir.

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne, Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nda yaptığı bu fütursuz, ahlaksız konuşmasına planlanan, pis oyundaki bazı ihtimalleri öne çekerek ciddi bir tepki göstermiştir[1]:

"Filistin halkının rızası olmadan, uluslararası kararlar ve Arap Barış Girişimi doğrultusundaki talepleri gerçekleşmeden bölgede barış ve istikrar olmayacak."

"Barış Filistin'le başlar. İstikrar, Filistin halkının meşru ulusal haklarını elde etmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletini kurmasıyla sağlanır. O olmadan bölgede barış, güvenlik ve istikrar olmaz."

Bu durumda Aksa Tufanı Harekâtı, bu pis oyunu ve tezgâhı bozma, tüm İslam dünyasını uyandırma operasyonu olarak değerlendirilmelidir.

Aksa Tufanı Harekâtı, 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu tarih, İsrail için geleneksel olarak özel kutlamaların yapıldığı bir gündür. HAMAS böyle bir günü seçerek Aksa Tufanı Harekâtı’yla, İsrail’e çok önemli bir mesaj vermiştir.

Kanaatimizce asıl mesaj, 22 Eylül 2023 tarihinde İsrail Başbakanı çocuk katili Netanyahu’nun 78. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda Filistin’i yok sayan ‘Yeni Ortadoğu’ adlı konuşması ile ilgilidir.

Aksa Tufanı Harekâtı, her türlü tehlikeyi ve sonucu göz önüne alarak Filistin’i satan ‘Batı Şeria’yı İlhak Projesini’, ‘İbrahim Anlaşması’nı ve ‘Yüzyıl Anlaşmasını’ parçalama, yürürlüğe girmesini engelleme, tüm dünyayı, özellikle de İslam dünyasını uyandırma operasyonudur. Bu mesaj, tüm dünya insanlığına ulaşmış ki küresel bir intifada ile İsrail karşı karşıya gelmiştir.

Aksa Tufanı Harekâtı, Filistinleri tamamen yok varsayan, topraklarından koparıp silecek olan anlaşmaların yaşayamayacağını, Filistinlerin hakkı verilmeden, Filistinsiz yeni bir Ortadoğu’nun olamayacağını gözler önüne serme operasyonudur. Ortadoğu’da Filistin yoksa barış da yoktur; İsrail de olamayacaktır.

Batı gözlerini, kulaklarını kapasın, dilini de bağlasın sonuç değişmeyecektir.

Aksa Tufanı Harekâtı’nın amacını ve stratejisini daha iyi anlayabilmek için öncelikle İbrahim Anlaşması’nın ve anlaşma ile çizilen Şeytani İttifak’ın Kurbağa Haşlama Stratejisi’nin çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir.

“İBRAHİM ANLAŞMASI” (Abraham Accord)

Eski ABD Başkanı Trump, ABD’deki gelecek seçimleri kazanabilmek için ABD’deki Siyonist mekanizmanın desteğini almak istiyordu. Bu amaçla dikkatini Ortadoğu coğrafyasına çevirerek Ortadoğu’da en büyük sorun olan İsrail sorununu, İsrail’in lehine olacak tarzda çözmeyi ve Ortadoğu’da yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmek istemiştir. Öncelikle Kudüs’ü İsrail’in başşehri ilan etmiş, ABD büyükelçiliğini, Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır.

Eski ABD Başkanı Trump, damadı ve başdanışmanı olan Yahudi Jared Kushner'i görevlendirerek İsrail ile Ortadoğu’daki ülkeler arasında barış anlaşmaları yapılması için bir strateji geliştirilmesini istemiştir. ‘Yüzyıl Anlaşması’ ile başlatılan süreç, ‘İbrahim Anlaşması’ ile devam ettirilmiştir.

Trump’ın damadı, Ortadoğu’da önce Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve ardından da Bahreyn ile bir seri görüşme yaparak bir altyapı hazırlamıştır. Gelinen noktada İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında, ABD’nin arabuluculuğunda/refakatinde, adına ‘İbrahim Anlaşması’ dedikleri bir anlaşma, 15 Eylül 2020’de ABD’de Beyaz Saray’da yapılan bir törenle, anlaşmanın İngilizce, İbranice ve Arapça nüshaları imzalanarak hayata geçirilmiştir. Eski ABD Başkanı Trump’ın nezaretinde İsrail adına Başbakan Benyamin Netanyahu, BAE adına Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed el Nahyan ve Bahreyn adına Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez Zayani anlaşmayı imzalamışlardır. Dikkat çeken nokta, anlaşmanın imzalanmasında İsrail’i başbakanın, BAE ve Bahreyn’i ise dışişleri bakanlarının temsil etmiş olmasıdır. Medyada yer aldığı şekliyle İsrail'in bu iki ülke ile ilgili yaptığı anlaşmalarda bazı farklı ifadelerin kullanılmış olması dikkat çekmiştir. BAE ile ilgili metinde 'Barış, diplomatik ilişkiler ve tam normalleşme', Bahreyn ile ilgili olan metinde ise 'tam diplomatik ilişki' ifadelerine yer verilmiştir. Bu, ülkelerin aralarındaki ilişki ve samimiyetin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

İbrahim Anlaşması ile ilgili gerek Beyaz Saray’da ve gerekse anlaşmanın öncesi ve sonrasında değişik yer ve zamanda yöneticilerin yaptıkları konuşmalar, İbrahim anlaşmasının amaçlarını, hedeflerini ve muhtevasını kısmen de olsa ortaya koymaktadır. Anlaşmanın muhtevası bütün boyutları ile açıklanmış değildir. Gizli maddelerin olup olmadığı bilinmemektedir. O nedenle anlaşmanın değerlendirilmesi, değişik zamanlarda yapılmış konuşmalar ve tartışmalar üzerinden yapılabilecektir. Bu konuşmalar ana hatları ile aşağıda özet olarak verilmektedir.

Dönemin ABD başkanı Trump:

·         'Bölgedeki tüm ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihi adım'…

·         On yıllardır devam eden bölünme ve çatışmanın ardından yeni bir Ortadoğu'nun şafağındayız. Bugün tarihin gidişatını değiştirmek için buradayız.

·         25 yıldır ilk kez böyle bir anlaşma yapılıyor. Daha önce iki ülke (Mısır ve Ürdün) imzalamıştı. Sadece bir ayda 2 ülke daha ekledik.

"İsrail'in artık izole olmadığını düşünüyorum." “5-6 ülkenin daha İsrail'le ilişkileri normalleştirme anlaşmalarına katılabileceğini düşünüyorum”… 5-6 ülkenin daha çok süratle katılmasını sağlayacağız, hâlihazırda onlarla görüşüyoruz." “Tez zamanda başka ülkeler de katılacak.”

·         “Bu anlaşmaların, bölgenin tamamı için kapsamlı Ortadoğu barış anlaşmasının temelini oluşturmasını umuyorum”. "Bu anlaşma, daha barışçıl ve müreffeh bir Ortadoğu için önemli bir adım. Şimdi buzlar çözüldü. Daha fazla Arap ve Müslüman ülkenin BAE'yi takip etmesini bekliyorum."

·         "İsrail ve BAE arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesi için anlaşmaya varıldı."

·         “Yahudilerle Arapların düşman olduğu ve Mescid-i Aksa'nın saldırı altında olduğu yalanlarının nesilden nesile aktarılması, bölgede ve tüm dünyada terör ve şiddetin yayılmasına yol açtı.”

·         “Varılan bu anlaşmalar, bölgedeki halkların geçmişin başarısız yaklaşımlarından kurtulmalarını sağladı.”

·         “İsrail, BAE ve Bahreyn karşılıklı büyükelçiler atayacaklar, turizmden ticarete, sağlıktan güvenliğe kadar geniş yelpazedeki sektörler de güçlü işbirlikleri ve ortaklıklar kurmaya başlayacaklar... Onlar dostlar... Dubai ve Tel Aviv arasında uçuşlar açılacak.”

·         “İbrahim anlaşmaları, tüm dünyadaki Müslümanlara İsrail'deki kutsal mekânları ziyaret etme ve Mescid-i Aksa'da barış içinde ibadet etmenin de kapılarını açtı".

·         “Başkanlık görevine geldikten sonra ilk yurtdışı ziyaretim kapsamında, 54 Arap ve Müslüman ülkenin liderleriyle Suudi Arabistan'da bir araya gelmiş, oradaki konuşmamda söz konusu ülkelere birlik olma çağrısı yapmıştım...”

·         “Bugünün dünyasında Ortadoğu ülkeleri işbirliğini, çatışmaya tercih ediyor. Bu ülkeler, Araplar, İsrailliler, Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanların uyum ve barış içinde birlikte yaşayabileceği, ibadet edebileceği, yan yana hayal kurabileceği bir geleceği seçiyor.”

·         "Seçimi kazanırsak İran'la harika bir anlaşma yapacağımızı sanıyorum." "İran çok mutlu olacak." …"3-4 anlaşma daha yapabiliriz. Sadece halletmemize bakar."

·         "Suudi Arabistan Kralı ile konuştum ve harika bir sohbet ettik ve orada da olumlu şeyler olacağını düşünüyorum."

İsrail Başbakanı Netanyahu:

·         "Hepimizin karşı karşıya olduğu çok sayıda meydan okuma ve zorluğa karşın, tüm bunlara rağmen, bir an durup bu kaydadeğer günü takdir edelim."

·         “Tarihi dönüm noktasındayız, barış için yeni bir şafaktayız. “Bu tarihi bir gün.”

·         “Yahudi halkı binlerce yıl barış için dua etti, Yahudi devleti de onlarca yıldır barış için dua ediyordu.”

·         “Ortadoğu'daki İsrail dostlarına Esselamu Aleyküm.”

·         “Başkan'ı (Trump) duydunuz, daha pek çok ülke barış için sıraya giriyor.”

·         “Bu birkaç yıl önce hayal edilemezdi. Ancak kararlılık ve barışın nasıl yapılabileceğine yönelik yeni bir bakış açısıyla bu başarıldı.”

·         “Bölgeye yeni bir çehre getirdik, bunu başardınız. Teşekkürler Sayın Başkan.”

·         “Bu anlaşmanın diğer Arap ülkelerine de yayılacağını ve nihayetinde Arap-İsrail çatışmasını kalıcı olarak bitireceğini umuyorum.”

·         “Anlaşmanın faydaları tüm ülkelerin yurttaşlarına ulaşacak, bu halklar arasında bir barıştır.”

·         “İsrail'i güçlü yapmak için çalıştım. Tarih bize gücün güvenlik getirdiğini, gücün müttefikler getirdiğini ve Sayın Başkan sizin de her zaman dediğiniz gibi nihayetinde gücün barış getirdiğini öğretti.”

BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed el Nahyan:

·         “Barışı seçtiği ve Filistin topraklarının ilhakını durdurduğu için Netanyahu'ya teşekkür…”

·         “Bugün Ortadoğu için daha iyi bir yol yaratacak yeni bir eğilime tanıklık ediyoruz. Yansımaları bölgenin tamamında yankılanacak. Herkes daha müreffeh ve güvenli bir gelecek için can atıyor.”

·         “Barış bizim kılavuz ilkemiz. Barıştan başka her yol, yıkım ve fakirlik olacaktır.”

·         “Bu anlaşma Filistin halkının yanında durmaya devam etmemizi sağlayacak, istikrarlı ve huzurlu bir bölgede bağımsız bir devlet kurma umutlarını gerçekleştirmelerini sağlayacaktır."

·         “Bu anlaşma, daha önce Arap ülkelerinin İsrail ile imzaladığı anlaşmalarla uyumlu. Ortadoğu'nun tamamına yayılmasını ve bölgeye barış getirmesini bekliyoruz.”

Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez Zayani:

·         “Bahreyn, Netanyahu ile hükümetinin barışa yönelik adımlarını memnuniyetle karşılıyor.”

·         “Ortadoğu çok uzun zamandır çatışma ve karşılıklı güvensizlik yüzünden geri kaldı. Artık bunu değiştirme fırsatı elde ettiğimize ikna oldum.”

·         “Bugün Washington'da imzalanan anlaşma, Ortadoğu için bir umuttur.

·         İsrail-Filistin çatışmasına adil, kapsamlı ve iki devletli bir çözüm kalıcı bir barışın temeli olabilir. Bugün böyle bir yolun mümkün olabileceğini ve gerçekçi olduğunu gösterdik.

Konuya ilişkin sorumluların yaptıkları konuşmaları ana hatları ile yukarıya almamızın sebebi, okuyucu kardeşlerimize meseleye farklı açılardan bakabilme imkânını sunabilmek içindir. Yukarıdaki konuşmaların her birini ele alıp yorumlama ve değerlendirme imkânımız ve yerimiz yoktur. Genel bir değerlendirme yapacağız.

Yukarıdaki konuşmalarda satır aralarında zikredilen ve fakat tehlikeli olan bazı noktaları öne çekerek Aksa Tufanı Harekâtı’nın ana amacını ortaya koymaya çalışacağız:

·      Yapılan Anlaşmaya İbrahim Anlaşması denmesinin özel bir anlamı ve mesajı vardır.

·      İbrahim Anlaşması, Filistin meselesini unutturma ve Filistin’i ilhak ederek işgal etme ve Filistin devletini yok etme operasyonun kilometre taşıdır.

·      ‘Yeni Ortadoğu’da Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail’indir.

·      Arap Birliği kendi içinde parçalanmış bir ve bütün olarak hareket edememektedir.

·      BAE ve Bahreyn’in İsrail ile ilişkileri İbrahim anlaşması ile başlamıştır(!) yalanı

·      İsrail’le yapılan anlaşmaların ana hedeflerden biri, Türkiye ve İran’a karşı bir cephe oluşturmaktır.

·      Anlaşmaların ana hedefi ‘Yeni Ortadoğu’da ‘Arap-İsrail NATO Projesini’ hayata geçirerek Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) ve Büyük İsrail Projesi’ne (BİP) altyapı hazırlamaktır.

·      İbrahim Anlaşması, silah sektörünün ekmeğine yağ ile bal sürmüştür.

Yapılan anlaşmada üç semavi dinde ortak payda olarak yer alan Hz. İbrahim (Abraham) peygamberin isminin kullanılması, Kurbağa Haşlama Stratejisi’nin önemli bir boyutudur. Bu psikolojik savaş taktiği ile anlaşmaya karşı çıkmak isteyen Müslümanların ve Hristiyanların önü kesilmek istenmiştir. İbrahim Peygambere Yahudi inancında yüklenen anlam, Kur’an’da yüklenen anlamdan farklıdır. Bu konunun ‘Yeşaya Kehanetleri’ de göz önüne alınarak ayrıca incelenmesi gerekmektedir.

İbrahim anlaşması, Filistin meselesini unutturma, Filistin’i ilhak ederek işgal etme ve Filistin devletini yok etme operasyonun kilometre taşıdır.

Yüzyıl anlaşması ve ardından gelen İbrahim Anlaşması ile ilgili sürece ve yapılan konuşmalara ve girişimlere bakıldığı zaman bu anlaşmaların bir diğer boyutu da, Filistin meselesini unutturup Kurbağa Haşlama Stratejisi’ne uygun olarak zamanla Filistin devletini ve halkını tasfiye etmek, başta Filistin toprakları olmak üzere ‘Nil’den Fırat’a kadar olan coğrafyayı’ işgal etmektir.

İbrahim Anlaşması ile ilgili Trump'ın damadı Jared Kushner ile yaptıkları görüşmelerde Netanyahu, Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ve Ürdün Vadisi’ni 1 Temmuz 2020’ye kadar ilhak etmek istediğini açık bir şekilde söylemiştir. Böylece ‘İsrail yerleşimlerinin olduğu Batı Şeria’nın yaklaşık 3’te 1’lik bölümünü İsrail ilhak edecekti.’

1991'de gerçekleştirilen Madrid Konferansı’nda Mısır’ın/Ürdün’ün İsrail’le yapacağı anlaşmada barış olabilmesi için İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekir fikri, nirengi noktası olmuştu. Bu yaklaşım tarihe, "barış karşılığı toprak" ilkesi olarak geçmiştir. Bu ilkeye göre, ‘İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmesi, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti kurulması öngörülmüştü’

Madrid Konferansı’ndaki "barış karşılığı toprak" ilkesini göz önüne alan Kushner, ilhak olayına Mısır, Ürdün ve Körfez ülkelerinin karşı çıkacağını bunun da BAE ve Bahreyn gibi Arap ülkelerini olumsuz etkileyeceğini ifade ederek karşı çıkmış ve Trump’ı devreye sokarak Netanyahu’nun ilhak isteğini erteletmiştir[1]. Netanyahu İbrahim Anlaşması’nın imzalanabilmesi için ilhak isteğinden vazgeçmemiş ve fakat ilhak isteğini belirsiz bir zamana ertelemiştir. Yol boyu bunu söylemekten de geri kalmamıştır.

İlginç olan BAE ve Bahreyn’in İbrahim anlaşmasını imzalamalarının temel nedenlerinden birinin ‘İsrail’in daha önce ilan ettiği Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ve Ürdün Vadisi’ni ilhaktan vazgeçirmek’ olduğudur. BAE hükümetinin yaptığı açıklamada, ‘İsrail Batı Şeria’da bazı bölgeleri ilhak planından derhal vazgeçecek (immediately stops) ifadesi kullanılırken; İsrail tarafının yaptığı açıklamada ‘ilhak geçici olarak durdurulacak (suspend)’ ifadesi kullanılmıştır[4].

Netanyahu,‘Batı Şeria topraklarına yönelik ilhak planında bir değişiklik olmamış; sadece Trump’ın ricası üzerine bazı bölgelerin ilhakını geçici olarak askıya aldığını, dondurduğunu’ açıklamıştır[5],[6]. Netanyahu daha da ileri giderek, ‘bölgedeki çözüm sürecinin temel aldığı "barış karşılığında toprak" ilkesinin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile imzalanan normalleşme anlaşmasıyla ortadan kalktığını’; Batı Şeria'daki bazı toprakların ilhak edilmesi planından vazgeçmediğini’ açık bir şekilde söylemekten de çekinmemiştir[7]:

"İlhak meselesinin plana (ABD'nin Yüzyılın Anlaşması Planı) dâhil edilmesi konusunda ısrar eden benim. Bu planda da hiçbir değişiklik olmadı. Başkan Donald Trump da bu plana bağlı. Ben de müzakerelerin bu temelde olması konusunda kararlıyım." "Barışın topraklardan çekilmeyle (barış karşılığı toprak) tesis edilebileceği inancı artık yok, öldü. Bu inanç, gerçek barış, barış karşılığı barış, güçten doğan barış inancıyla değiştirildi. Artık bunu geçerli kabul ediyoruz."

ABD Başkanı Donald Trump, Netanyahu’nun yaptığı bu açıklamanın ardından yaptığı açıklamada, ‘ilhak planının ertelendiğini ancak planda bir değişiklik olmadığını’ belirtmiştir.

Netanyahu, "Bugünün atılımları yarının standartları olacak ve diğer ülkelerin İsrail'le ilişkilerini normalleştirmelerinin yolunu açacak." "Filistinlileri beklemek zorunda kalsaydık, sonsuza kadar beklerdik."[2] tarzında yaptığı konuşma ile tavrında, düşüncesinde bir değişiklik olmadığına ısrarla vurgu yapmıştır.

İlginç olan, bütün bu tartışmalar yapılırken taraflardan hiçbiri, İbrahim Anlaşması’nda konuya ilişkin herhangi bir maddenin olup olmadığını resmi olarak açıklamamış olmasıdır. Ancak medyada yer alan bilgilere göre İbrahim anlaşmasının hiçbir yerinde “İsrail’in, Batı Şeria’yı hukuken ilhak etmeyi iptal ettiğine hatta ertelediğine ilişkin hiçbir hüküm bulunmamaktadır”. Dahası İbrahim Anlaşması’nda, ‘İsraillilerin Filistinlilerin durumunu iyileştirmek için yapması gerekenlerle’ ilgili hiçbir hüküm de mevcut değildir.

‘İsrail’in daha önce ilan ettiği Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ve Ürdün Vadisi’ni ilhak’ etmekten Netanyahu vazgeçmiş değildir. Ertelemiş olmasının da İbrahim Anlaşması ile ilgisi yoktur. Sebepleri çok daha farklıdır.

İbrahim Anlaşması, İsrail’in Filistinlilere karşı tavizde bulunmama kabiliyetini daha da güçlendirmiş, hatta zulüm yapmada elini kuvvetlendirmiştir. Bu dönemde İsrail’in zulüm mekanizması, Kurbağa Haşlama Stratejisi’ne uygun olarak hayata geçirilmiştir. İsrail yönetimi zulmüne, ‘yerleşimci’ adı altında getirdiği göçmenleri silahlandırarak Filistinlilerin mallarına, mülklerine el koyarak, göç ettirerek, İsrailli göçmenlere yeni yerleşim bölgeleri inşa ederek Batı Şeria’yı paramparça ederek; işgal altındaki ve mülteci kamplarındaki Filistinlileri vatandaşlık haklarından, özgürlüklerinden mahrum bırakarak ilhaka gayrı resmi bir şekilde devam etmiştir.

Aksa Tufanı, adaletsizliğe, zulme dur deme ve arka planda yapılan zulmü ve bu zulmün işbirlikçilerini ifşa etme ve çökertme harekâtıdır.

“Yeni Ortadoğu’da Kudüs ve Mescid-İ Aksa İsrail’in Olacak”

Trump ve ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith’in konuya ilişkin yaptığı açıklamaları değerlendirmek gerekmektedir:

“Trump: “Barışçıl Müslümanlar, Kudüs'teki Mescid-i Aksa dâhil olmak üzere İsrail'deki tarihi mekânları ziyaret edebilecek.”

ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith:

“… Bu anlaşmayla birlikte radikallerin artık mazereti kalmadı. Çünkü anlaşma, Dubai ve Abu Dabi’deki Müslümanların gelmesine, İsrail’i barış içinde ziyaret etmesine ve aynı şekilde Mescid-i Aksa’da namaz kılmasına izin verecek.”

Bu ifadeler Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın İsrail'e ait olduğunun çok açık beyanı olup İbrahim Anlaşması’nı imzalayanların yüzüne baka baka söylenmiştir. Onlar da bunu kabul etmişlerdir.

Her ikisinin ifadelerinde, Filistinlilerin isminin geçmemiş olması dikkat çekicidir. Şu an Filistinli Müslümanlar, Mescid-i Aksa’ya izin verildiği sürece gidebilmekte ve de ezan okuyabilmektedirler. Fiilen Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail işgali altındadır. Trump, ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımakla, işgal hareketini onaylamış ve desteklemiştir. Bunu yapan Trump, İbrahim Anlaşması için 'Bölgedeki tüm ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihi adım' derken yüzü hiç kızarmamış ve de utanmamıştır. Başta Suriye, Yemen ve Libya’ olmak üzere tüm Ortadoğu’da dökülen kanların müsebbibi bizzat kendileridir. Nitekim bundan dolayıdır ki bu coğrafyada işlenen cinayetlerden, dökülen kanlardan hiç bahsetmemekte, durmasını da istememektedir.

Yüzyıl ve İbrahim anlaşmalarına göre Filistinli mülteciler vatanlarına dönemeyecektir

‘13 Eylül 1993’te, ABD Başkanı Bill Clinton’ın arabuluculuğunda dönemin İsrail Başbakanı İzhak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü müzakerecisi Mahmud Abbas arasında Oslo Mutabakatı imzalanmıştır..

Filistin yönetimi, Oslo Antlaşması'nı imzalayarak hem İsrail devletini tanımış, ona meşruiyet kazandırmış hem de İsrail'in Filistin toprağının yüzde 78'ı üzerindeki hakimiyetini kabul edip kendisine Filistin topraklarının %22’sini yeterli görmüştür.

Bugün İsrail ‘yerleşimci projesi’ adı altında bir işgal hareketini, Batı Şeria‘da 15 yerleşim bölgesi kurarak fiilen işgal etmiş; Filistin’in ait %22 olan toprakların bir kısmını böylece kendine mal etmiştir. Ayrıca 20 civarında yeni yerleşim bölgeleri inşa etme projesini yürürlüğe sokmuştur.

Oslo Antlaşması'nın kabul ettiği 2 devletli çözüm bugüne kadar gerçek anlamda hayata geçirilememiştir. İsrail, Arap Birliği'nin 2002'de ortaya koyduğu 'Barış İnisiyatifi'ni de kabul etmemiştir.

Yüzyıl ve İbrahim anlaşmaları kapsamında yabancı ülkelerde yaşayan mültecilerin kendi vatanlarına dönmesi engellenmektedir. Bu konuda Trump'ın planı, sığınmacıların bulundukları ülkelerde yerleştirilmesi şeklindedir. Söz konusu ülkelerin bunu kabul etmesi durumunda kendilerine parasal destek verilecektir. Bu bağlamda ‘Ürdün'e 6 milyar, Mısır'a 7 milyar, Lübnan'a da 3,5 milyar dolar’ yardım öngörülmektedir[3].

BAE ve Bahreyn’in israil ile ilişkileri ibrahim anlaşması ile başlamıştır(!) Yalanı

BAE ve Bahreyn, İbrahim Anlaşması’nı İsrail’in Filistin topraklarını ilhak etmesini engellemek için imzaladıklarını yol boyu seslendirmişler ve engellediklerini hep iddia etmişlerdir. İsrail’in ilhak projesinin iptal edildiği olgusunun doğru olmadığı yukarıda ele alınmıştır; bu olgu tamamen yanlıştır. İptal ile ertelemeyi aynı bağlamda değerlendirerek kendilerini savunmuşlardır.

Asıl sorun, bu ülkelerin İsrail ile ilişkileri gerçekten de İbrahim Anlaşması sürecinde mi başlayıp devam etmiştir? Yoksa bir arka planı var mıdır?

1991’de Madrid’e yapılan Arap-İsrail görüşmelerinin başlangıcında bazı Körfez ülkeleri bulunmuşlardır. İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki Oslo sürecinde masada yer almışlardır. ‘1990’lı yıllardan buyana İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, çoğunluğu gizli olmakla beraber pek çok çalışma yapmışlardır’. 2011 ‘Arap Baharı’(!) sürecinde ortak hareket etmişlerdir. İsrail, BAE’i, Bahreyn Mısır’daki 2013 darbesini desteklemişlerdir. BAE, yaklaşık on yıldır doğrudan İsrail’den, ‘askeri malzeme’ satın almaktadır. Özellikle bölgede etkin olabilmek için ‘en son teknolojilere sahip casusluk ekipmanları’ almak için çalışmalar yapmaktadır.

2014 yılında Netanyahu’nun ‘Likud Partisi’nden en az üç İsrailli bakan

kamuoyunun gözü önünde BAE’ye resmi ziyarette’ bulunmuştur. 2015 yılında İsrail, BAE başkenti Abu Dabi’de Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansına bağlı olarak bir diplomatik büro açmıştır[1]. BAE ve İsrail, 2016 yılında ortak askeri tatbikatlar düzenlemişlerdir[2]. İsrail Körfez ülkeleri ile ekonomik ve kültürel ilişkileri geliştirmeyi 2018 yılında başlatmıştır[3],[4]. İlk defa İsrail’i tanımayan bir Arap ülkesine, BAE, ‘İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev, İsrail Judo Milli Takımı ile gitmiştir’. Abu Dabi’yi ve ‘Şeyh Zayed Cami-i Kebir’ini gezmiştir. İsrailli sporcunun birinci gelmiş olmasından dolayı, daha önce yasaklanmış olan, ‘İsrail milli marşı HaTikva okunmuş ve İsrail bayrağı spor salonunda sergilenmiştir’.[5]

Dolayısıyla İbrahim Anlaşması böyle bir sürecin sonucudur. İbrahim Anlaşması kapsamında, karşılıklı olarak ‘büyükelçiliklerin açılması, ekonomik, bilimsel ve kültürel alanlarda işbirliği yapılması’ öngörülmektedir. İsrail, Ortadoğu’daki daha başka ülkelere girebilmenin atlama tahtası olarak İbrahim Anlaşması’nı kullanmak istemiştir. Zamanlaması,

ABD ve İsrail’deki seçimlerle ilgili olabilir. Gerçekte bir Uyutma, Uyuşturma ve Haşlama harekâtıdır.

Aksa Tufanı ise böyle bir ihanet hareketinin ifşa edilmesi ve de çökertilmesi harekâtıdır.

İbrahim Anlaşması, Arap Birliğinin Parçalanması Girişimidir

BAE ve Bahreyn’in İsrail ile imzaladıkları İbrahim Anlaşması ile başta Arap dünyası olmak üzere İslam dünyası iki ayrı bloka bölünmüştür:

·         Anlaşmayı uygun ve güzel bulanlar,

·         Anlaşmayı ihanet olarak görenler.

 Trump’ın yukarıda verilen açıklamalarına göre '5-6 ülke daha İsrail'le ilişkileri normalleştirme anlaşmalarına katılabilecektir.' Anlaşmanın imzalandığı günlerde bu ülkelerin içinde, Umman, Sudan, Suudi Arabistan’ın olabileceği sıkça seslendirilmiştir.

Ramallah’taki Filistin Ulusal Yönetimi ve Gazze merkezli HAMAS yönetimi, yaptıkları açıklamalarla, İbrahim Anlaşması’nı ‘Filistin davasına ihanet olarak’ ilan etmişlerdir:

“Filistin Dışişleri Bakanlığı: "ABD, İsrail ve BAE'den yapılan İsrail-BAE normalleşme açıklamasının ardından Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın talimatları doğrultusunda, Filistin'in Abu Dabi Büyükelçisi derhal geri çekildi."

“Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi: "İsrail, eğer anlaşmayı, işgalin sona erdirilmesi ve Filistin halkının özgürlük ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletini kurma hakkının iadesinde teşvik edici bir unsur olarak görürse bölge adil barışa doğru ilerleyecektir. Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma daha da derinleşecek ve bütün bölgeyi tehdit eder hale gelecektir."

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi’nin yukarıda verilen konuşmasında, “…Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma daha da derinleşecek ve bütün bölgeyi tehdit eder hale gelecektir" cümlesi bugünlerin öngörüsü olarak değerlendirilmelidir.

Geçmiş yıllarda Arap ülkeleri arasında Filistin sorunu çözülmeden veya bu konuda ciddi adımlar atılmadan İsrail ile ilişkiler kurulmayacağına ilişkin bir mutabakat vardı. Bu mutabakatın bir sonucu olarak Mısır, İsrail’le, 1979 yılında barış anlaşması imzaladığı için ‘Arap Birliği’nden atılmış ve Kahire’de bulunan bu uluslararası örgütün merkezi Tunus’a taşınmıştı’. Çok sonraları Mısır tekrar Arap Birliği’ne alınmıştır.

İsrail, kurulduğu 1948 yılından itibaren, bir taraftan Şer İttifakının (ABD-İsrail- İngiltere- Siyonizm- Avrupa (AB)) desteği ile Filistin topraklarını işgal ederken diğer taraftan çevresindeki Arap ülkelerini savaşın içine çekmiştir. Arap devletleri ile yaklaşık, en az, altı savaş yapmıştır. Filistin’deki yapılan intifadalara karşı da tam bir katliam gerçekleştirmiştir. Bu nedenle İsrail, savaşların sebebi ve suçlusudur; İsrail bir işgalcidir.

İbrahim Anlaşması’nı savunanlar, 1978 (Camp David Anlaşması) ve 1979 yılında (Barış Anlaşması) Mısır ile, 1994 yılında da Ürdün ile yapılan anlaşmalara atıfta bulunarak kendilerini savunmaya çalışmışlardır. Mısır ve Ürdün, geçmişte İsrail ile savaşmışlar ve yenilmişlerdir. Bu yenilginin uzantısında İsrail’in İşgal ettiği toprakları vermek şartıyla, ‘Barış İçin Toprak’ ilkesi kapsamında birer anlaşma yapmışlardır[3]. Ancak aralarındaki soğuk savaş devam etmiş, sivil toplum kuruluşları ve halk düzleminde İsrail ile ilişki kurulmamıştır. Bu açıdan İbrahim Anlaşması’nı imzalayanların geçmişte İsrail’in Mısır ve Ürdün ile yaptıkları anlaşmalara atıfta bulunup onları gerekçe olarak göstermeleri yanlıştır.

‘İbrahim Anlaşması’nı (Abraham Accords)’ imzalayanların hiçbiri, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, İsrail ile hiçbir zaman savaşmamışlardır[4]. Mısır, Ürdün ve Lübnan’ın İsrail ile sınır anlaşmazlığı vardır. Oysa gibi bu ülkelerin İsrail’le herhangi bir sınır anlaşmazlığı veya başka bir ihtilaf yoktur. Herhangi bir sınır anlaşmazlığı olması mümkün de değildir. Çünkü Kudüs ile BAE’nin başkenti arasında 2030 kilometre, Bahreyn’in başkenti ile arasında 1610 kilometre mesafe var.

Ayrıca İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında yapılan anlaşma, sadece bir ‘saldırmazlık anlaşması’dır. Oysa BAE ve Bahreyn ile imzalanan anlaşma saldırmazlık anlaşması olmayıp, kültürel, ekonomik, hukuki, siyasi ve teknolojik iş birliği merkezlidir: “Finans ve Yatırım; Sivil Havacılık; Vize ve Konsolosluk Servisleri; İnovasyon, Ticaret ve Ekonomik İlişkiler; Sağlık; Bilim, Teknoloji ve Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı; Turizm, Kültür ve Spor; Enerji; Çevre; Eğitim; Deniz Alanları Düzenlemeleri; Telekomünikasyon ve Posta; Ziraat ve Gıda Güvenliği; Su ve Hukuk Alanında İşbirliği” .

BAE’nin İbrahim Anlaşması’nı kabul etmekteki amaçlarından birisi, ABD ile daha yakın ilişki kurarak uzun zamandır istediği ve fakat alamadığı gelişmiş silahları ABD’den satın alma imkânına sahip olmaktır. BAE istediği ‘gelişmiş silahlar arasında F-35 savaş uçakları, Reaper drone’lar ve EA-18G Growler adı verilen düşman ülkenin hava savunma sisteminin sinyalini bozarak gizli saldırı imkânı veren elektronik savaş uçağı da’ bulunmaktadır.[3]

Aksa Tufanı Harekâtı’na kadar, Kurbağa Haşlama Stratejisi çok başarılı bir şekilde yürütülmüştür. Bu kapsamda 1979 yılında İsrail ile yaptığı anlaşmadan dolayı Arap dünyasından Mısır’a konulan tavır, onu Arap Birliği’nden çıkarmak gibi son derece ağır olan bir tepkiydi. Oysa bugün ise İbrahim Anlaşması’nı İsrail ile imzalayarak İsrail’i meşrulaştırdıklarından dolayı BAE ve Bahreyn’e ciddi hiçbir bir tavır konmamıştır.

BAE ve İsrail işbirliği içerisinde, ‘Arap Birliği’nin üyesi olan en az on ülkenin (Yemen, Libya, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin, Sudan, Tunus, Bahreyn ve muhtemelen de Katar(!)) topraklarına askeri saldırılar düzenlemişler, darbeleri desteklemişlerdir[4]. O nedenle BAE’nin İbrahim Anlaşması’nı imzalamış olması, bir sürpriz değildir. İbrahim Anlaşması, BAE ve Bahreyn’in iddia ettiğinin aksine Filistin davasına hiçbir katkı sağlamamıştır. Batı Şeria’daki işgalleri de durdurmamış, durdurmak için de hiçbir atılım, girişim yapmamıştır.

Bunlar Arap dünyasının parçalanmışlığının bir göstergesidir. Dolayısıyla İbrahim Anlaşması’nı imzalayanlar, Şer İttifakı ile tam bir işbirliği içerisine girerek İsrail karşısında bir güç olan Arap Birliği’ni parçalayarak İsrail’in önüne açmışlardır.

İbrahim Anlaşması, İslam Birliğinin Parçalanması Girişimidir

Tehlikeyi zamanında gören İran ve Türkiye, İbrahim Anlaşması’na gerekli tepkiyi zamanında vermişlerdir. BAE ve Bahreyn’i ABD ve Siyonizm ile işbirliği içerisinde, özelde Kudüs, Filistin ve Arap dünyasına, genelde İslam dünyasına ihanet etmekle suçlamışlardır:

“Hamaney: "Birleşik Arap Emirlikleri, hem İslam dünyasına hem Arap ve bölge ülkelerine hem de Filistin'e ihanet etti. Elbette bu ihanet uzun sürmeyecek ancak bu utanç lekesi onların üzerinde kalacaktır. Siyonistlerin bölgeye girişine izin verdiler."

"Bir ülkenin gasbedilmesi meselesi olan Filistin meselesini unuttular ve normalleştirdiler. Filistin halkı her yönden şiddetli baskılara maruz kalıyorken onlar, İsrailliler ve (ABD Başkanı Donald) Trump'ın ailesindeki Yahudi (Trump'ın damadı ve danışmanı Jared Kushner) Amerikalılarla birlikte İslam dünyasının çıkarları aleyhinde iş yapıyor ve İslam dünyasına zulmediyorlar. Umarım yakında uyanır ve yaptıklarını telafi ederler."

“İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf'ın Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Özel Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan: "BAE'nin, sahte ve suçlu İsrail rejimiyle ilişkileri normalleştirme adına yeni yaklaşımı, barış ve güvenliği sağlamaz yalnızca Siyonistlerin suçlarının devam etmesine hizmet eder. BAE yönetimi, Filistin ve Kudüs davasına sırtını dönmüştür ve bu tutumunun hiçbir gerekçesi yoktur. BAE, bu stratejik hata ile Siyonizm ateşine yakalanacaktır."

Türkiye Dışişleri Bakanlığı: "Zaten ölü doğan ve hiçbir geçerliliği olmayan ABD planı üzerinden gizli hesaplar yapmaya çalışan BAE, bu şekilde Filistin'in iradesini de yok saymaktadır. BAE liderliğinin, Filistin halkının ve yönetiminin rızası hilafına Filistin adına İsrail ile müzakereler yürütme ve Filistin açısından hayati önem taşıyan konularda taviz verme yetkisi hiçbir şekilde yoktur. Kendi dar çıkarları uğruna Filistin davasına ihanet ederken, bunu adeta Filistin için yapılan bir özveri gibi takdim etmeye çalışan BAE'nin bu riyakâr davranışını tarih de bölge halklarının vicdanı da unutmayacak ve asla affetmeyecektir."

“… Bahreyn’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin peşine takılarak Arap Barış Girişimi ve İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesindeki taahhütlerin hilafına İsrail’le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle karşılıyor ve kınıyoruz”.

Gerek yüzyıl ve gerekse İbrahim anlaşmalarının arka planında dolaylı hedef, açıkça söylenmemiş olmasına rağmen, özelde İran ve Türkiye, genelde ise İslam işbirliğidir. Başta BAE ve Bahreyn olmak üzere Körfez ülkeleri, genel olarak İran’ı, özel olarak da Türkiye’yi düşman olarak görüyorlardı. Şer İttifakı da her fırsatta bunu dile getirerek var olan fay hatlarına enerji yüklüyordu. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith, yapılan anlaşmalarda önemli bir hedefin İran olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir[1]:

“İran’ın saldırganlığı, Körfez’den İsrail’e kadar bütün bölge tarafından biliniyor. Aynı zamanda Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) İran’a yönelik silah ambargosunun uzatılmasını istediğini biliyoruz. Ortadoğu ülkeleri şu an tek bir ağızdan konuşuyor ve talepleri aynı o da silahların İran için yasaklanmasıdır.”

“Makovsy: “İran’ın bölgedeki nüfuzundan rahatsız olan İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi iki ülkenin bir araya gelmesi inanılmaz bir birleşim. Birleşik Arap Emirlikleri elbette bunun İran’a karşı yapıldığını söylemekten dikkatle kaçınacaktır. Ancak her iki ülke de İran’ın nüfuzundan rahatsız ve her iki ülkenin de İran’la nükleer anlaşma konusundaki duruşları son derece net. Her iki ülke, Türkiye’nin destek verdiği siyasal İslam ve Katar’ın finanse ettiği Müslüman Kardeşler’den rahatsız. Bu anlaşma bölgedeki aşırıcıları dışlamak isteyen iki ülkenin ittifakı.”

BAE’yi, İran’ı gerekçe göstererek Amerika’dan F-35 savaş uçakları ve İsrail’den de çok özel savunma ve siber saldırı sistemleri satın almak için harekete geçmiştir.

 İran, Filistin ve Türkiye için yasak olan silahlar, İsrail için meşrudur. İran ve Türkiye atom bombasına sahip olamaz ve fakat İsrail olabilir. Hatta “HAMAS’ı atom bombası atarak yok etmekle” tehdit edebilir, o anlı şanlı uluslararası kuruluşlar (BM vb.) başta olmak üzere ABD, İngiltere, AB hiç ses çıkarmaz, 3 maymunları oynar dururlar.

İbrahim Anlaşması’ndan sonra ‘yerli Arap nüfusu ancak bir milyon kadar olan BAE’[1], Şer İttifakı tarafından ‘Libya’dan Somali ve Yemen’e, Mısır’dan Suriye ve Katar’a uzanan coğrafyada’ tam bir Truva atı olarak kullanılmıştır. Suriye, Somali ve Libya’da Türkiye karşıtı bir cephede saf tutmuş olması, bunun en canlı göstergesidir.

İbrahim Anlaşması’nın imzalanmasından sonra hem BAE hem de Bahreyn kapılarını İsrail’e açmış, gelen ilk uçağı yönetim temsilcileri karşılamışlardır. Buna Filistin ve HAMAS yönetimleri ciddi bir tepki göstermişlerdir[2]:

“Filistin Başbakanı Muhammed Iştiyye: İsrail'e ait bir uçağın bugün BAE'ye inmesi bizi derinden üzmektedir. Bu, Arap-İsrail çekişmesine ilişkin Arap tutumunun açık şekilde ihlal edilmesidir."

" HAMAS yönetimi: İsrail'e ait uçağın, Suudi Arabistan hava sahasını kullanarak BAE'de karşılanması Filistin halkının sırtına saplanmış bir hançerdir. Bu durum Filistin mücadelesine ve direnişine ihanettir."

"Abu Dabi yöneticileri, Siyonist oluşumla bir utanç anlaşması yaparak normalleşme suçunu sürdürmekte ısrarcı davranıyor."

İbrahim Anlaşması’nı imzalayanlar, İran’ın Ortadoğu’da bir güç merkezi haline gelmiş olmasını ve kendilerini tehdit etmiş olmasını gerekçe olarak göstermekteydiler. Bu anlayışın sonucu olarak 'İran'a karşı birlik Filistin davasından daha önemlidir'[1] bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımın sonucunda İsrail ile işbirliğine girerek Filistin davasına, Arap Birliği’ne ve İslam Birliği’ne ihanet etmişlerdir.

Türkiye ve İran’ın bölgede daha etkin olmaması için İbrahim Anlaşması ile ABD-İsrail- BAE-Bahreyn eksenli bir fay hattı meydana getirilerek Ortadoğu düzleminde jeopolitik bir depremin meydana gelmesi için bir altyapı oluşturulmuştur. Bu jeopolitik depremde kaybedenler sınıfında, İran ve Türkiye’nin de var olduğu ifade edilmiştir[2]:

“New York Times (NYT) gazetesi yazarı Thomas Friedman:

“Jeopolitik açıdan anlaşmanın en büyük kaybedenleri İran ve müttefikleri (Hizbullah, Iraklı milisler, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Filistin’deki İslami direniş grupları HAMAS Hareketi ve İslami Cihad Hareketi, Yemen’deki Husiler ile Türkiye oldu.”

Ne yazık ki ne Arap Birliği ne de İslam İşbirliği Örgütü, İsrail’e karşı güçlü bir cephe oluşturamamışlardır.

İbrahim anlaşmasının stratejik hedeflerinden biri ‘Arap İsrail NATO’su kurmaktır

Rahmetli Erbakan’ın D-8’ler kurarken çok önemli hedeflerinden biri de ‘İslam Ordusu’/’İslam NATO’su kurmak, ortak para birimi olarak da ‘İslam Dinarı’ kullanmaktı. Ömür boyu bu düşüncelerini sürekli tekrarlamıştır. İslam ülkeleri yönetimine bu fikrini götürmüş ve de kurulması için çok ısrarcı olmuştur.

Şer ittifakının durdurulup yok edilebilmesi için D-8’ler ile başlatılan süreci, önce D-60, sonra D-160’a çıkartmak istemiştir. 28 Şubat ile başlatılan süreç bu fikirlerin hayata geçirilmesine mâni olmuştur.

 Yıllar sonra Türkiye, Pakistan, Suudi Arabistan ve Katar ile “İslam Ordusu” adlı bir projeyi, hayata geçirmek için çalışmaya ve ilgili ülkelerle görüşmelere başlamıştır. Bu projede İran’ın da yer alması öngörülmekteydi. Böyle bir zamanda Trump, Suudi Arabistan’da 54 Arap ülkesi liderleri ile bir toplantı yapmış; ardından da ‘Yüzyıl’ ve ‘İbrahim Anlaşmalarını’ Arap ülkeleri ile imzalayarak hayata geçirmiştir.

Eski ABD Başkanı Trump, ‘Yüzyıl’ ve ‘İbrahim Anlaşmaları’ çalışmalarını başlattığı süreçte gündeme gelen, öne çekilen ve tartışılan bir konu da, “Arap-İsrail NATO’su”, ‘Bölgesel NATO’lardır[1]. Trump, Mayıs 2017’de Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek 54 Arap ve Müslüman ülkenin liderleriyle bir toplantı yapmıştır. Bu toplantı sürecinde Trump ‘Suud Kral Abdulaziz ile birlikte “Kılıç dansı” gerçekleştirmiş ve Dünya Küresi etrafında ABD, Suud, Mısır, BAE, Bahreyn liderleri ile birlikte resim çektirmiştir. Bu resim, literatüre “Küre İttifakı” olarak girmiştir[2]. Küre İttifakı, bölgede ve de dünyada yeni bir yapılanmanın işaretiydi.

Nitekim Suud yönetimi Yemen’deki iç savaşta İran’ın bölge için ciddi bir tehdit olduğunu ileri sürerek bir “Arap Ordusu/Arap NATO’su” veya “İslam Ordusu/İslam NATO’su” kurulması fikrini[3] seslendirmiş ve de ilgili ülkelere çağrıda bulunmuştur. Dolayısıyla böyle bir yapılanma ile İran ve İran’la ittifak içerisinde olan ülkeler devre dışı bırakılmıştır. Bu yaklaşım ile “İslam İç Savaşı” projesi yürürlüğe sokulmak istenmiştir. Suud’un bu hamlesi ile Türkiye’nin tüm İslam dünyasını kuşatacak olan İslam ordusu projesi engellenmiştir.

Trump yönetimi Suud üzerinden bu hamleyi yapmış ve Türkiye’nin ve karşılarına çıkabilecek büyük bir stratejik gücün önüne kesmiştir. Trump bu sonucu elde ettikten sonra muhtemeldir ki Suud’un önerdiği “Arap Ordusu/Arap NATO’su” yerine yeni bir bölgesel yapılanma olarak “Arap-İsrail NATO’su” fikrini öne çekmiş ve Ortadoğu’da başta Suud olmak üzere işbirliği içerisinde olduğu ülke yönetimlerine teklifi götürmüştür. Bunu hayata geçirebilmek için İsrail’i merkeze koyarak Ortadoğu’daki değişik ülkelerle anlaşmalar yaparak bu fikrin altyapısını oluşturmak istemiştir ve de oluşturmuştur.

O yıllarda Trump, ‘Küreselcilere karşı’ BM ve NATO başta olmak üzere küresel örgütlere karşı çıkmakta; bunun yerine yerel yapılanmaların yapılması gerektiğini öne sürmekteydi. Suud’un seslendirdiği “Arap Ordusu/Arap NATO’su”, onun bu fikrini kolaylaştırmıştır. “Arap Ordusu/Arap NATO’su” yerine “Arap-İsrail Ordusu/“Arap-İsrail NATO’su kurulması fikri etkin hale getirilmiştir.

Anlaşılan o ki, hem Trump’ın hem de Netanyahu’nun ‘Yeni Ortadoğu’ projesi, “Arap-İsrail Ordusu/“Arap-İsrail NATO’su merkeze alınarak şekillendirilecekti.

Şer İttifakı, Türkiye ve İran’a karşıtlığı üzerine kurulu bir ‘Arap-İsrail NATO’su inşa ederek Ortadoğu’yu paramparça edecek bir savaşı başlatmak istiyordu. Yüzyıl anlaşmasının ana hedefinin bu olduğu unutulmamalıdır. Trump bunu başaramamıştır. O nedenle ABD, bu coğrafyadan ayrılıp Asya Pasifik bölgesine gerekli ağırlığı verememektedir. Çin, çok başarılı karşı bir hamle yaparak Suudi Arabistan ve İran’ı masaya oturtarak barıştırmıştır. Böylelikle “Arap-İsrail Ordusu/“Arap-İsrail NATO’su fikri tasfiye edilmiştir.

İbrahim Anlaşması, Silah Sektörünün Ekmeğine Yağ ile Bal Sürmüştür

Yüzyıl ve İbrahim Anlaşmaları Ortadoğu’da sorunların çözümünü değil, katmerleşmesini, derinleşmesini sağlamıştır. Yeni kamplaşmanın tohumlarını atmıştır. Körfez ülkelerindeki İran algısı ve korkusu, onları silahlanma yarışı içerisine sokmuştur. İbrahim Anlaşması, öncesinde başlayan BAE ve Bahreyn’in silah alımı sürecini kolaylaştırmıştır. Uçak ve savunma sanayii ile ilgili her türlü askeri mühimmatın alınabilmesi için hem ABD hem de İsrail’le girişimlerde bulunmuşlardır. BAE, yaklaşık on yıldır doğrudan İsrail’den, askeri malzeme satın almaktadır. İbrahim Anlaşması’ndan sonra bölgede etkin olabilmek için İsrail’den ‘en son teknolojilere sahip casusluk ekipmanları’/ ‘özel savunma sistemleri’, Amerika’dan F-35 savaş uçakları satın almak için girişimlerde bulunmuştur[1], [2]. Hatta bu konuda İbrahim Anlaşması’nda gizli bir maddenin var olduğu iddia edilmektedir[3]. Bütün bu girişimler, ABD-İsrail merkezli silah tacirlerinin işine yaramış, yeni pazarlama alanları elde etmişlerdir.

İsrail ve İsrail’e destek veren Arap ülkelerinin bu silahlanma yarışı, Filistin’de mücadele eden bazı hareketlerin mücadele anlayış ve stratejilerini yeniden gözden geçirmelerini sağlamıştır. Kendi başlarına ayakları üzerinde durabilme imkân ve şartlarını araştırmışlar ve stratejilerini de bunun üzerine geliştirip kurmuşlardır. HAMAS’ın Gazze’de inşa ettiği tüneller, roket ve siber saldırı merkezli savunma sistemi bunun en canlı örneğidir. Aksa Tufanı’ndaki başarı, böyle bir yaklaşımın doğal sonucudur.

Sonuç: Aksa Tufanı, Çifte Standart Kullanan Zalimlerin Teşhiri Hareketidir

Ortadoğu denilen bu coğrafya, sahip olduğu enerji kaynakları, yer altı zenginlikleri, tarım alanları, temiz su kaynakları, farklı din ve mezheplerin varlığı, kritik geçiş yollarına sahip olması ve 3 kıtanın arakesitinde bulunmasından dolayı son derece stratejik bir öneme sahiptir. Bölgesel güç olarak Rusya, Türkiye, İran, İngiltere ve AB, küresel güç olarak da ABD- Siyonizm ve Çin bu coğrafyada etkin bir şekilde bulunmak ve hakimiyet kurmak istemektedirler. O nedenle birbiri ile çatışan yaklaşık 15 proje bu coğrafya ile ilgilidir.

Yüzyıl ve İbrahim Anlaşmaları ile ilgili eski ABD Başkanı Trump, ‘Yeni Ortadoğu’ kavramsallaştırması yapmış, Netanyahu da 22 Eylül 2023 tarihinde BM’de ‘Yeni Ortadoğu Haritası’ni göstererek bir konuşma yapmıştır. ‘Yeni Ortadoğu’ kavramsallaştırması, Ortadoğu ile ilgili gizli bir projenin dışa yansıyan boyutudur. Bu yaklaşım, 21. yüzyılda Ortadoğu merkezli birçok olayın vuku bulacağının çok önemli bir işaretidir. 3. dünya savaşını tetikleyecek bölgesel savaşların yaygınlaştırılması stratejisini bağlamında ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Şer ittifakının (ABD, İsrail, Siyonizm, İngiltere, AB) Filistin’de, Suriye’de, Libya’da ve Yemen’de uyguladığı bölme, parçalama, işgal etme, yönetme, ilhak etme ve göç ettirme stratejisini, Yeni Ortadoğu Projesi kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenle Yeni Ortadoğu Projesi’ni, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Büyük İsrail Projesi (BİP) kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Yeni Ortadoğu isimlendirmesi, Kurbağa Haşlama Stratejisi’ne ile tamamen örtüşmektedir.

Türkiye’nin İslam Ordusu, Suud’un Arap Ordusu, ABD ve İsrail’in ‘Arap-İsrail NATO’su yaklaşımları, bu bölgenin öneminin göstergeleridir. Hepsi bölgede etkin olma amaçlıdır. Aksa Tufanı vuku bulduğunda Rusya’nın ani bir kararla Karadeniz’de askeri tatbikat yapıp füzelerinin menzilinin İsrail-Filistin topraklarına ulaşabilecek bir yetenekte olduğunu söylemesi, Çin’in büyük bir donanmayla Umman Körfezi’ne gelip yerleşmesi, ABD’nin 2 uçak gemisi ve nükleer denizaltı ile birlikte birçok savaş göndermesi, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın savaş gemileri göndermesi, bölgenin sahip olduğu stratejik önemin tezahüründen başka bir şey değildir.

Şer ittifakının son yıllarda Yüzyıl, İbrahim anlaşmaları ile uygulamaya soktuğu Kurbağa Haşlama Stratejisi, HAMAS’ın Aksa Tufanı operasyonu ile deşifre edilip işlevsiz hale getirilmiştir. Aksa Tufanı operasyonu, başta İsrail olmak üzere tüm dünyada şok etkisi meydana getirmiş, tüm dünyanın dikkatini Gazze’ye yöneltmiştir.

Yenilmez, dokunulamaz kabul edilen İsrail ordusu ve MOSSAD istihbaratına Kassam Tugayları sadece dokunmamış, tüm dengelerini bozarak Şer İttifakı’nı şoka sokmuştur. Aksa Tufanı’nın meydana getirdiği etkiden dolayı Şer İttifakı, hiç olmadık bir biçimde Akdeniz’e askeri güçlerini yığmak durumunda kalmışlardır. Bu durum, Kurbağa Haşlama Stratejisi’nin deşifre olup çöktüğü anlamına gelmektedir.

Yüzyıl ve İbrahim Anlaşmaları ile Şer İttifakı’nın aldığı mesafe, Aksa Tufanı hareketiyle tarumar edilmiş; Arap ülkeleri İsrail’le yaptıkları anlaşmaları askıya almak zorunda kalmışlardır. O nedenle Aksa Tufanı Harekâtı, gözlerden saklanan Filistin topraklarını ‘yerleşimciler’ adı altında gasbetme projesini, Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail’indir projesini, Arap-İsrail NATO’su Projesi’ni, Yeni Ortadoğu Haritası projesini ve Filistin halkını ve mültecilerini yok sayan tüm yaklaşım ve projeleri, tarihin çöplüğüne atmıştır.

İsrail’in Gazze’de hiçbir hukuk tanımaz pervasızlığı, Batı dünyası yönetimlerinin ve küresel organizasyonların katliamlar karşısında sessiz kalışı, tüm dünyada tepkiyle karşılanmıştır. Aksa Tufanı Harekâtı, bir turnusol kâğıdı özelliği taşıyarak kimin ne olduğunu ortaya çıkararak teşhir etmiştir. Bugüne kadar kendi dışındakileri, ‘İnsan hakları’, ‘çocuk hakları’, ‘kadın hakları’, ‘hayvan hakları’ diyerek suçlayanların, yargılayanların günlerce sivil halkı bombalayan ‘Kudurmuş Köpek İsrail’e karşı tek söz etmemeleri, nasıl bir çifte standart kullandıklarını göstererek yüzlerindeki maskelerin düşmesine sebebiyet vermiştir. Kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları diyerek yeri göğü inletenlerin sesi soluğu kesilerek zalimlerin işbirlikçisi oldukları ortaya çıkmıştır. BM, insan hakları örgütleri, DSÖ vb. yapıların zalimlerin yanında oldukları çok daha iyi görülmüş ve de anlaşılmıştır.

Filistin halkını ‘atom bombası’ ile tehdit ederek, Kur’an’ın tabiriyle, ‘hayvandan da aşağı’ olduklarını ve Yüzyıl ve İbrahim Anlaşmaları’nın ‘böl, parçala, yut, yok et’ stratejisinin uygulama aşamalarından biri olduğunu gözler önüne sermiştir.

Yüzyıl ve İbrahim Anlaşmaları, özünde Filistin davasını zayıflatan, Filistin içerisinde iç ihtilafları derinleştirmeye götüren bir olgu olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Anlaşılan o ki HAMAS Hareketi 2020’den itibaren yaptığı çok özel çalışmalarla, sürecin değişik boyutlarını çok iyi analiz etmiş; Aksa Tufanı Harekâtı ile arkadaki karanlık dehlizlerde yapılmış anlaşmaları ifşa edip dünya kamuoyunu duyurmak istemiştir. Başta İsrail olmak üzere Şer İttifakı’nın iğrenç yüzünü, çifte standart kullandıklarını tüm dünyaya göstermiştir.

Kassam Tugayları, Aksa Tufanı Harekâtı’na Siyonist zalimlerin ne derece canice, gaddarca, zalimce cevap vereceklerini bilerek gerçekleştirmişlerdir. Gazze’nin tamamen işgal edilmesi, çok büyük kayıpların verilmesi, Gazze’den sürgün edinilmesi ve hatta tamamının şehit edilmesi göze alınarak yapılmış büyük, fedakârca cesurca bir operasyondur, Aksa Tufanı Harekâtı.

Yüzyıl ve İbrahim Anlaşmaları, Ortadoğu’da sorunların çözümünü değil katmerleşmesini, derinleşmesini sağlamıştır. Yeni kamplaşmanın tohumlarını atmıştır. İsrail ve İsrail’e destek veren Arap ülkelerinin bu silahlanma yarışı Filistin’de mücadele eden bazı hareketlerin mücadele anlayış ve stratejilerini yeniden gözden geçirmelerini sağlamıştır. Kendi başlarına ayakları üzerinde durabilme imkân ve şartlarını araştırmışlar ve stratejilerini de bunun üzerine kurmuşlardır. HAMAS’ın Gazze’de kurduğu tüneller, roket ve siber saldırı merkezli savunma sistemi bunun en canlı örneğidir. Aksa Tufanı’ndaki başarı, böyle bir yaklaşımın doğal sonucudur.

Öngörülen ilk hedeflere ulaşılmıştır. İsrail’in Arap ülkeleri ile yaptığı Yüzyıl ve İbrahim Anlaşmaları şimdilik askıya alınmıştır. İsrail’in Yeni Ortadoğu haritasının şimdilik hiçbir anlamı yoktur.

Hem Müslüman ülke halkları hem de dünya halkları ayağa kalkmış, kendi yönetimlerinin baskılarına rağmen Gazze’deki kitlesel katliamlara karşı tepkilerini ortaya koymuşlardır ve de koymaya devam edeceklerdir. Tüm dünyada vicdan sahibi olan insanlar ayağa kalkarak zalimlerin zulmüne karşı eylemler yapmışlar ve eylem yapmaya da devam etmektedirler.

Bu şiddete bulaşmayan başkaldırı harekâtını küresel intifada olarak adlandırabiliriz. Küresel intifada, zalime karşı mazlumun yanında yer alma ve onu savunma harekâtıdır. İyi organize edilebilirse, edilmeli, 21 asrı şekillendirebilen çok önemli bir olgu olabilir. Türkiye, özellikle gönüllü kuruluşlar bu noktada çok ciddi bir sorumluluk üstlenmelidir.

Ya Rabbi, 21. asrın ‘kudurmuş köpeği’ Siyonist İsrail’e ‘ebabil kuşlarını’ göndererek mazlum Filistinlilere ve onlar için cihad edenlere yardım et, zalimleri ‘yenik ekin yaprağı gibi kıl’:

“Görmedin mi, Rabb'in fil sâhiplerine ne yaptı?

Onların 'tasarladıkları planlarını' boşa çıkarmadı mı?

Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi.

Onlara 'pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları' atıyorlardı;

Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.” (105 Fil 1-5)

Ya Rabbi, ‘görünmez ordularınla mücahitlere yardım et’:

“Ey iman edenler;... Hani size ordular gelmişti; böylece biz de onların üzerine, bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.” (33 Ahzab 9)

Ya Rabbi, zalimlerin üzerine “özel taşlarını yağdır”:

 “Emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık.” (11 Hud 82)

Ve;

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şuara 227).